İngilizce içindeki better ne anlama geliyor?
İngilizce'deki better kelimesinin anlamı nedir? Makale, tam anlamını, telaffuzunu ve iki dilli örneklerle birlikte better'ün İngilizce'te nasıl kullanılacağına ilişkin talimatları açıklamaktadır.
İngilizce içindeki better kelimesi daha iyi, daha güzel, daha iyi, daha iyi bir şekilde, daha üstün, daha iyi, daha iyi, daha güzel, daha iyi, daha kullanışlı, daha iyi, daha sağlıklı, daha iyi, daha iyi, daha üstün, daha iyi, daha uygun, daha ayrıntılı, daha iyi, daha fazla, daha uzun, daha iyisi, daha üstün kişi, düzeltmek, geliştirmek, iyileştirmek, geçmek, iyi, güzel, güzel, iyi, uslu, terbiyeli, edepli, iyi, sağlıklı, sağlığa yararlı, yararlı, faydalı, fayda, yarar, iyi, hayır sahibi, kullanışlı, yetkin, doğru, saygın, değerli, incelikli, -e yeteneği olmak, -e kabiliyeti olmak, -de iyi olmak, ile arası iyi olmak, geçerli olmak, için geçerli olmak, uygun, münasip, yerinde, çalışan, işler durumdaki, bozulmamış, taze, tadı güzel, leziz, lezzetli, gerçek, hakiki, sahici, akıllıca, akıllı, esaslı, verimli, dindar, dini bütün, dinine bağlı, sadık, pürüzsüz, güzel, en şık, en güzel, iyi, iyi, güzel, yarar, fayda, fayda, yarar, erdem, fazilet, amaç, gaye, bilgi, istihbarat, mallar, iyi, hakkıyla, iyi, tatmin edici, memnun edici, yeterince, açıkça, açık bir şekilde, iyice, büyük ölçüde, iyi, çok, iyi, sağlıklı, afiyette, su kuyusu, kuyu, iyi, şüphesiz, kuşkusuz, hoş, doğru, başarılı, peki, işe bak, vay canına, evet, peki, pekala, petrol kuyusu, boşluk, hokka, taşmak, hayat arkadaşı, eş, daha zengin, daha iyi durumda, zenginler, zengin kimseler, -den daha iyi olmak, hiç yoktan iyi olmak, ilerleme, düzelmek, daha bile iyi, daha da iyi, daha sağlıklı hissetmek, daha iyi hissetmek, iyisiyle kötüsüyle, iyileşmek, iyileşmek, yenmek, mağlup etmek, -meli, -malı, kaybedecek vakti olmamak/yapacak daha iyi şeyleri olmak, aslını bilmek, iyileştirmek, geliştirmek, çok daha iyi, çok daha iyi anlamına gelir. Daha fazla bilgi için lütfen aşağıdaki ayrıntılara bakın.
better kelimesinin anlamı
daha iyi, daha güzeladverb (to higher degree, quality) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) He plays the guitar better than Jimi Hendrix. Jimi Hendrix'den bile daha iyi gitar çalıyor. |
daha iyi, daha iyi bir şekildeadverb (in a superior way) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) To serve you better we have provided free coffee at the entrance. Size daha iyi hizmet sunabilmek için girişte bedava kahve servisi yapmaya başladık. |
daha üstün, daha iyiadjective (superior) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) He's better at tennis than I am. Teniste benden daha iyi bir oyuncudur. |
daha iyi, daha güzeladjective (of higher quality) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) This essay is better than the last one you wrote. |
daha iyiadjective (of greater value) (değer bakımından) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) Getting it done now is better than waiting until the morning. |
daha kullanışlı, daha iyiadjective (of greater use) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) A mallet is better than a hammer for driving in tent pegs. |
daha sağlıklı, daha iyiadjective (healthier) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) Are you feeling any better? Şimdi biraz daha iyi misiniz? |
daha iyiadverb (more completely) (hatırlamak, vb.) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) You remember it better than I do. |
daha üstün, daha iyiadjective (more virtuous) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) She's better than any of us. |
daha uygunadjective (more suitable) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) Candidate C is better than candidate F for this job. |
daha ayrıntılı, daha iyiadverb (more thoroughly) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) He'll explain it better than I can. |
daha fazla, daha uzunadverb (US (more) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) It took them better than a month to pay back the debt. |
daha iyisinoun ([sth] superior) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) I've seen better. |
daha üstün kişinoun (usually plural (person: superior) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) You should always show respect to your betters and elders. |
düzeltmek, geliştirmek, iyileştirmektransitive verb (improve) (bir şeyi) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) She spent her life trying to better the living conditions of the poor. Tüm hayatını, yoksul insanların yaşam standartlarını iyileştirmeye (or: geliştirmeye) adadı. |
geçmektransitive verb (surpass) (bir şeyi) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) Let's see if I can better my previous score. |
iyi, güzeladjective (better than average) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) He studied hard and got good grades this year. |
güzel, iyiadjective (favorable) (hava, vb.) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) The weather forecast is good for tomorrow. |
uslu, terbiyeli, edepliadjective (well behaved) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) Now you be good while I'm gone, do you hear? Ben yokken uslu olun, tamam mı? |
iyiadjective (adequate) (yeterli) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) You can earn a good living as a mechanic. |
sağlıklı, sağlığa yararlı(healthy) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) Cod liver oil is supposed to be good for you. |
yararlı, faydalı(beneficial) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) Whoever said that pain is good for the soul? |
fayda, yararexpression (benefit, advantage) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Political decisions should always be for the good of the people. |
iyi, hayır sahibiadjective (virtuous) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) He's a good man. İyi adamdır. |
kullanışlı(useful) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) Shoe boxes are good for storing old postcards and letters. |
yetkinadjective (competent) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) She's a very good accountant. |
doğruadjective (right, correct) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) Good answer! Cevabın doğru. |
saygın, değerliadjective (worthy) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) You've ruined our family's good reputation. |
incelikliadjective (refined) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) He's got good taste in wine. |
-e yeteneği olmak, -e kabiliyeti olmakverbal expression (be skilled, talented) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) He is good at anything related to numbers. |
-de iyi olmakverbal expression (be skilled with) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) My sister is good with numbers but I'm better at languages. |
ile arası iyi olmakverbal expression (people, animal: handle well) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) He is good with children and animals. |
geçerli olmakverbal expression (be valid: for a duration) (bir süreye kadar) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Your international driving licence is good for one year; you can renew it after that. |
için geçerli olmakverbal expression (be equivalent in value to) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Your admission ticket is also good for one drink at the bar when you get inside. |
uygun, münasip, yerindeadjective (suitable) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) Is lasagne a good thing to serve to your parents? Lazanya, anne ve babana ikram etmek için uygun bir yemek mi sence? |
çalışan, işler durumdakiadjective (functioning) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) You'll have to speak into my good ear if you want me to hear. |
bozulmamış, tazeadjective (informal (fresh) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) Is that milk still good? O süt hâlâ taze mi? |
tadı güzel, leziz, lezzetliadjective (tastes nice) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) This is a really good apple. |
gerçek, hakiki, sahiciadjective (genuine) (taklit veya sahte olmayan) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) I can't tell if this certificate is good or not. Bu belgenin gerçek olup olmadığından emin değilim. |
akıllıca, akıllıadjective (wise) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) Those stocks were a good investment. |
esaslıadjective (informal (thorough) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) This house needs a good cleaning. |
verimliadjective (fertile) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) There's lots of good soil in this part of the country. |
dindar, dini bütün, dinine bağlıadjective (devout) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) He's a good Catholic. |
sadıkadjective (loyal) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) He's a good union man. |
pürüzsüz, güzeladjective (skin: clear) (cilt) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) She has good skin. |
en şık, en güzeladjective (clothes: most dressy) (giysi) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) You should wear your good suit for this dinner. |
iyiadjective (sport: in bounds) (servis atışı) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) His first serve was good. |
iyiadverb (US, informal (well) (çalışmak, vb.) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) This car runs good. |
güzelinterjection (approval) (ünlem: Üzüntü, sevinç, korku, kızgınlık, şaşkınlık gibi duyguları belirtir veya bir kimseyi çağırmak için kullanılır.) "Good," said the teacher when the student handed in his homework on time. |
yarar, faydanoun (benefit, sake) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) I did it for the good of all of us. Bu işi, hepimizin faydasını gözeterek yaptım. |
fayda, yararnoun (merit) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) There's a lot of good in his idea. |
erdem, faziletnoun (virtue) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) You should always seek out the good in people. |
amaç, gayenoun (purpose) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) What good is it to ask all these questions without answering them? |
bilgi, istihbaratplural noun (figurative, slang (information, evidence) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The police are hoping that their informer will come up with the goods. |
mallarplural noun (merchandise, commodities) (ticari) (çoğul isim: Birden fazla varlığı ya da kavramı ifade eder.) The company promised to deliver the goods within 24 hours. |
iyi, hakkıylaadverb (properly) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) The job has been done well. İş iyi yapılmış. |
iyi, tatmin edici, memnun ediciadverb (satisfactorily) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) Things are going well lately; we have no unmet needs. The meeting went well, with no major difficulties. Son zamanlarda işler iyi gidiyor, tüm ihtiyaçlar karşılanmış durumda. Toplantı iyi geçti; önemli bir zorluk yaşanmadı. |
yeterinceadverb (adequately) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) We are well supplied with food. |
açıkça, açık bir şekildeadverb (clearly) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) The professor explained the material well, and we all understood the theory. |
iyiceadverb (thoroughly) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) The instructions tell us to mix the ingredients well before adding eggs. |
büyük ölçüdeadverb (to a great extent) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) I understood him well, but still had a few questions. |
iyiadverb (person: with intimacy) (bilmek, vb.) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) I know him well. Onu iyi tanırım. |
çokadverb (very) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) He is well aware of his responsibilities. |
iyi, sağlıklı, afiyetteadjective (in good health) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) I was sick yesterday, but I am well today. Dün hastaydım, bugün ise iyiyim. |
su kuyusu, kuyunoun (natural water source) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) This house gets its water from a well. Bu evin suyu kuyudan geliyor. |
iyiadjective (good, fine) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) All is well in our town today. |
şüphesiz, kuşkusuzadverb (certainly, without doubt) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) Undoubtedly, he was well pleased to see her. |
hoşadverb (in good humour, happily) (karşılamak, görmek, vb.) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) It was rather a cruel prank, but he took it well. |
doğruadverb (correct, the right thing) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) You did well by telling the doctor the truth. |
başarılıadverb (good financially) (mali açıdan) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) We did well with that investment. |
pekiinterjection (indignation) (ünlem: Üzüntü, sevinç, korku, kızgınlık, şaşkınlık gibi duyguları belirtir veya bir kimseyi çağırmak için kullanılır.) Well! I see you haven't had time to clean the house. |
işe bak, vay canınainterjection (surprise) (ünlem: Üzüntü, sevinç, korku, kızgınlık, şaşkınlık gibi duyguları belirtir veya bir kimseyi çağırmak için kullanılır.) Well! I never expected to run into you here! |
evetinterjection (impatient for response) (ünlem: Üzüntü, sevinç, korku, kızgınlık, şaşkınlık gibi duyguları belirtir veya bir kimseyi çağırmak için kullanılır.) Well? What do you have to say? |
peki, pekalainterjection (filler word, pause) (ünlem: Üzüntü, sevinç, korku, kızgınlık, şaşkınlık gibi duyguları belirtir veya bir kimseyi çağırmak için kullanılır.) Well, I'll see what I can do. |
petrol kuyusunoun (oil source) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) They have thousands of wells in Saudi Arabia. Suudi Arabistan'da binlerce petrol kuyusu bulunmaktadır. |
boşluknoun (architecture: stairs, elevator) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) They built the well in the centre of the building, and it has both stairs and a lift. |
hokkanoun (container for liquid) (mürekkep) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The ink was kept in a well. |
taşmakintransitive verb (liquid: surge) (sıvı) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Blood welled from the wound. |
hayat arkadaşı, eşnoun (figurative, informal (partner or spouse) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) I'll have to ask my better half if we are free that weekend. |
daha zenginadjective (richer) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) I'm much better off now I have this new job. |
daha iyi durumdaadjective (more fortunate) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) Don't worry, you're better off without him. You'd be better off just ignoring her. |
zenginler, zengin kimselerplural noun (richer people) (çoğul isim: Birden fazla varlığı ya da kavramı ifade eder.) The better off are expected to help those who have less than they do. |
-den daha iyi olmakexpression (superior to) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) |
hiç yoktan iyi olmakadjective (a small gain) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I hate soup, but it is better than nothing since I am hungry. |
ilerlemenoun (improvement) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Her lovely, new hair style is definitely a change for the better. |
düzelmekverbal expression (improve) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Her life has changed for the better since she moved here. |
daha bile iyiadjective (greater or nicer still) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) |
daha da iyiadverb (with more skill, etc.) (beceri, vb.) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) He plays the guitar even better than we originally thought. |
daha sağlıklı hissetmek(be healthier) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I'm feeling much better now that I've lost weight. |
daha iyi hissetmek(be reassured) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I feel better knowing he is home safe and sound. |
iyisiyle kötüsüyleadverb (whatever the consequences) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) I will be your wife for better or for worse. |
iyileşmek(recover) (hastalık) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I'm sorry you are sick and I hope you get better soon. |
iyileşmek(improve) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) You will get better at chess if you practice. Canadian wine is getting better every year. |
yenmek, mağlup etmekverbal expression (defeat) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Manchester United managed to get the better of Liverpool with an impressive 4-0 victory. |
-meli, -malıauxiliary verb (ought to) He had better do what he is told! |
kaybedecek vakti olmamak/yapacak daha iyi şeyleri olmakverbal expression (find [sth] a waste of time) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I have better things to do than play golf all day. I have better things to do than to argue with you. |
aslını bilmek(informal (be sufficiently wise) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Shame on you – at your age you should know better! |
iyileştirmek(heal) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Let me rub your aching back and make it better. |
geliştirmek(improve) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) |
çok daha iyiadjective (greatly superior) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) French wine is good, but Californian wine is much better. |
çok daha iyiadjective (greatly improved) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) Your chances of getting a job are much better if you have computer skills. |
İngilizce öğrenelim
Artık better'ün İngilizce içindeki anlamı hakkında daha fazla bilgi sahibi olduğunuza göre, seçilen örnekler aracılığıyla bunların nasıl kullanılacağını ve nasıl yapılacağını öğrenebilirsiniz. onları okuyun. Ve önerdiğimiz ilgili kelimeleri öğrenmeyi unutmayın. Web sitemiz sürekli olarak yeni kelimeler ve yeni örneklerle güncellenmektedir, böylece bilmediğiniz diğer kelimelerin anlamlarını İngilizce içinde arayabilirsiniz.
better ile ilgili kelimeler
Eş anlamlılar
İngilizce sözcükleri güncellendi
İngilizce hakkında bilginiz var mı
İngilizce, İngiltere'ye göç eden ve 1400 yılı aşkın bir süre içinde gelişen Germen kabilelerinden gelmektedir. İngilizce, Çince ve İspanyolca'dan sonra dünyada en çok konuşulan üçüncü dildir. En çok öğrenilen ikinci dildir. ve yaklaşık 60 egemen ülkenin resmi dilidir.Bu dil, ikinci ve yabancı dil olarak anadili konuşanlardan daha fazla sayıda konuşmacıya sahiptir.İngilizce aynı zamanda Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve diğer birçok uluslararası kuruluşun ortak resmi dilidir. ve bölgesel organizasyonlar. Günümüzde dünyanın her yerindeki İngilizce konuşanlar nispeten kolaylıkla iletişim kurabiliyor.