İngilizce içindeki lives ne anlama geliyor?
İngilizce'deki lives kelimesinin anlamı nedir? Makale, tam anlamını, telaffuzunu ve iki dilli örneklerle birlikte lives'ün İngilizce'te nasıl kullanılacağına ilişkin talimatları açıklamaktadır.
İngilizce içindeki lives kelimesi hayat, yaşam, ömür, canlı hayat, hayat, kullanım süresi, hayat, canlılık, can, deneyim, tecrübe, biyografi, canlılık, ömür boyu hapis, müebbet hapis, can, oturmak, ikamet etmek, yaşamak, yaşamak, hayatta olmak, sağ olmak, hayatta olmak, hayatta kalmak, sağ kalmak, varlığını sürdürmek, yaşamını sürdürmek, canlı, canlı, naklen, canlı olarak, sönmemiş, hakiki, elektrik yüklü, elektrikli, cereyanlı, oyunda, canlı, canlı olarak, naklen, geçinmek, hayatın tadını çıkarmak, hayattan zevk almak, yaşam sürmek, ömür sürmek, ömür geçirmek, deneyimlemek, deneyim yaşamak, hayat yaşamak, hayat sürdürmek, hayatım boyunca, yaşamım boyunca, sıkıntı, dert, bela, hayata döndürmek, yaşama döndürmek, tekrar uygulamaya geçirmek, canlandırmak, hayat vermek, hayat vermek, menopoz, canlanmak, inandırıcı olmak, günlük hayat, günlük yaşam, çocukluk, hayat iksiri, yaşam iksiri, abıhayat, bengisu, sonsuz hayat/yaşam, ebedi hayat/yaşam, günlük hayat, ömür boyu, ahiret, başka işin mi yok, yarı ömür, yarılanma ömrü/süresi, zor hayat, zor yaşam, güç hayat, güç yaşam, hayatının baharında, yaşam sigortası, hayat sigortası, yaşam döngüsü, ortalama ömür, yaşam sigortası, hayat sigortası, can yeleği, kurtarıcı, ömür boyu hapis cezası, yaşam becerileri, yaşam destek ünitesi, hayati tehlike oluşturan, can damarı, yaşam kaynağı, cankurtaran yüzücü, cankurtaran, cankurtaran halatı, yardım eli, hayat çizgisi, ömür boyu süren, hayat boyu devam eden, can simidi, yardım eden/imdada yetişen kimse, imdada yetişen şey, hayat kurtarma, ilk yardım, acil, ömür, kullanım ömrü, yaşam tarzı, yaşam biçimi, yaşam tarzıyla ilgili, yaşam biçimiyle ilgili, şık, arzu edilen yaşam tarzı, ölüm kalım meselesi, hayatımda hiç, hiçbir zaman, gece hayatı, eğlence hayatı, hayatın baharı, yaşam kalitesi, gerçek hayat, raf ömrü, raf ömrü, kullanım süresi, hayattan bir kesit, yaşamdan bir kesit, yaşam kesiti, hayat kesiti, sosyal hayat, sosyal yaşam, natürmort, natürmort resim, natürmort resim, cansız doğa resmi, hayat böyle, yaşam biçimi, hayata bak/amma da güzel hayat anlamına gelir. Daha fazla bilgi için lütfen aşağıdaki ayrıntılara bakın.
lives kelimesinin anlamı
hayat, yaşam, ömürnoun (lifetime) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) He led an interesting life. İlginç bir hayat geçirdi. |
canlı hayatnoun (uncountable (organisms) (organizmalar) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Scientists were surprised to discover life at the bottom of the sea. Denizin dibinde canlı hayata rastlamak bilim adamlarını şaşırttı. |
hayatnoun (uncountable (existence) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Do you think there is intelligent life on other planets? Sence diğer gezegenlerde hayat var mı? |
kullanım süresinoun (figurative, uncountable (useful duration) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) This battery should have a life of 20 hours. |
hayat, canlılıknoun (figurative, uncountable (spirit, liveliness) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The children are so full of life. Çocuklar hayat doludurlar. |
cannoun (human being) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Twenty lives were lost in the bombing. |
deneyim, tecrübenoun (experience) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) My grandma told me all about her life as a nurse during the war. |
biyografinoun (biography) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The academic wrote an excellent life of Shakespeare. |
canlılıknoun (figurative, uncountable (animation) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) That actress really gives life to the role. |
ömür boyu hapis, müebbet hapisnoun (informal, abbreviation (long-term imprisonment) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The judge sentenced him to life. |
cannoun (figurative (precious person) (değerli kişi, mecazlı) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) I love my boy. He is my life. |
oturmak, ikamet etmekintransitive verb (reside) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) Luca lives on the second floor. Leman, ikinci katta oturuyor. |
yaşamakintransitive verb (manage your life) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) Two full time jobs is no way to live. İki tam zamanlı işte çalışmak iyi yaşamak değildir. |
yaşamak, hayatta olmak, sağ olmakintransitive verb (be alive) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) The king is not dead! He lives! Kral ölmedi! Yaşıyor. |
hayatta olmak, hayatta kalmak, sağ kalmakintransitive verb (remain alive) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Yes, he still lives. He must be ninety years old. Doksan yaşında olduğu halde hâlâ hayattadır. |
varlığını sürdürmek, yaşamını sürdürmekintransitive verb (exist) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Cockroaches have lived for millions of years. Hamamböcekleri, milyonlarca yıldır varlıklarını sürdürmüşlerdir. |
canlıadjective (living) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) We bought live crabs for dinner. Akşam yemeği için canlı yengeç aldık. |
canlı, naklenadjective (broadcast: direct) (yayın) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) Is this broadcast live or pre-recorded? |
canlı olarakadverb (perform: in front of people) (gösteri, vb.) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) The comedian loved performing live. |
sönmemişadjective (coals: burning) (kömür, vb.) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) Don't touch the coals from the fire; they are still live. |
hakikiadjective (weapons) (mühimmat, vb.) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) In training, the army uses blanks instead of live ammunition. |
elektrik yüklü, elektrikli, cereyanlıadjective (electrical: with current) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) Don't touch the wires; they are still live with electricity. |
oyundaadjective (sports: in play) (top, vb.) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) The ball was still live because it had not gone out of bounds. |
canlıadjective (audience: present at performance) (seyirci) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) The comedian loved performing in front of a live audience. |
canlı olarak, naklenadverb (broadcast: direct) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) We are broadcasting live from the scene of the protest. |
geçinmekintransitive verb (subsist) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) Many people around the world live on less than a dollar per day. |
hayatın tadını çıkarmak, hayattan zevk almakintransitive verb (enjoy life) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) You can't work all your life; you have to live! |
yaşam sürmek, ömür sürmek, ömür geçirmektransitive verb (lead a certain life) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Many monks live a Spartan life. |
deneyimlemek, deneyim yaşamaktransitive verb (experience) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) He still lives the war in his imagination. |
hayat yaşamak, hayat sürdürmektransitive verb (way of life) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) He lives a moral life, as he speaks a moral life. |
hayatım boyunca, yaşamım boyuncaadverb (throughout my lifetime) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) I was born in Manchester, and I've lived here all my life. |
sıkıntı, dert, belanoun (figurative (source of annoyance) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) My computer's crashed again; technology is the bane of my life! |
hayata döndürmek, yaşama döndürmekverbal expression (resuscitate) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) |
tekrar uygulamaya geçirmekverbal expression (figurative (reintroduce) (mecazlı) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) The idea, once rejected, has been brought back to life by proponents. |
canlandırmakverbal expression (figurative (enliven) (mecazlı) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The party was boring until the band started playing and brought it to life. |
hayat vermekverbal expression (figurative (make seem real) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) A good movie adaptation really brings the characters to life. |
hayat vermekverbal expression (often passive (give life) (birisine/bir şeye) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) A fairy brought the puppet Pinocchio to life. |
menopoznoun (dated, informal (menopause) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Weight gain is common among women who are going through the change. |
canlanmakverbal expression (figurative (liven up) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) It's surprising how much I come to life after a short nap. |
inandırıcı olmakverbal expression (figurative (art, theatre: be convincing) (resim, tiyatro, vb.) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) His stories seem to come to life as he tells them with such passion. |
günlük hayat, günlük yaşamnoun (everyday existence) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Some people only practice their religion on holidays, while for others it's a part of their daily life. |
çocukluknoun (childhood) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) She spent her early life in India, but moved to Britain as a teenager. |
hayat iksiri, yaşam iksiri, abıhayat, bengisunoun (immortality potion) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The search for the elixir of life dates back thousands of years. |
sonsuz hayat/yaşam, ebedi hayat/yaşamnoun (religion: life after death) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Christians believe that, through faith and good works, they can attain eternal life with God. |
günlük hayatnoun (normal daily existence) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The teacher showed the students how they use math in everyday life. Taking his medicine became part of his everyday life. |
ömür boyuadverb (for the rest of your life) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) Marriage is a commitment for life. |
ahiretnoun (reincarnation) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) I hope to come back as a house cat in a future life. |
başka işin mi yokinterjection (expressing contempt) (ünlem: Üzüntü, sevinç, korku, kızgınlık, şaşkınlık gibi duyguları belirtir veya bir kimseyi çağırmak için kullanılır.) When I told them I was translating the Bible into Vulcan they all said “Get a life!” |
yarı ömür, yarılanma ömrü/süresinoun (radioactivity decrease) (radyoaktivite) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The half-life of uranium-238 is about 4.47 billion years. |
zor hayat, zor yaşam, güç hayat, güç yaşamnoun (difficult existence) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Working in the coal mines was a hard life. |
hayatının baharındaexpression (when you are healthiest, happiest) |
yaşam sigortası, hayat sigortasınoun (UK (pays when holder dies) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) People with young children are more likely to buy life assurance. |
yaşam döngüsünoun (development process: [sth] living) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The students learned about the life cycle of a butterfly. |
ortalama ömürnoun (age one is expected to live to) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The average life expectancy for a man in the US is about 75 years. |
yaşam sigortası, hayat sigortasınoun (insurance in case of death) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) I bought life insurance to help my family if something happens to me. |
can yeleğinoun (inflatable safety vest) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Some of the crewmen weren't wearing life jackets. When the ship hit the rocks we were all ordered to put on our life jackets. |
kurtarıcınoun (figurative, informal ([sb], [sth] helpful in emergency) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Thank you so much for the loan! You're a life saver! |
ömür boyu hapis cezasınoun (long prison term) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) My brother's serving a life sentence for kidnapping. |
yaşam becerileriplural noun (everyday coping strategies) (çoğul isim: Birden fazla varlığı ya da kavramı ifade eder.) |
yaşam destek ünitesinoun (equipment to sustain a patient's life) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) There are ethical questions associated with keeping a person on life support. Because he was brain dead, Jim's family decided to turn off his life support. |
hayati tehlike oluşturanadjective (potentially fatal) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) The doctors diagnosed a life-threatening cancer. His injuries from the car accident were life-threatening. |
can damarınoun (figurative (source of life, energy) (mecazlı) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Agriculture is the lifeblood of that country. |
yaşam kaynağınoun (literary (blood: symbol of life) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) She watched as his eyes slowly closed and his lifeblood seeped away. |
cankurtaran yüzücü, cankurtarannoun (swimming attendant) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) They closed the pool because no lifeguard was available. |
cankurtaran halatınoun (rope used in sea rescues) (denizcilik) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The ship's captain threw a lifeline to the passenger who had fallen overboard. |
yardım elinoun (figurative (means or source of support) (mecazlı) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) This road is the town's lifeline and must be kept open despite the snow. |
hayat çizgisinoun (palmistry: line on hand) (avuç) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The life line is the most important line on your hand. |
ömür boyu süren, hayat boyu devam edenadjective (lasting a lifetime) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) Marriage should be regarded as a lifelong commitment. |
can simidinoun (US (flotation ring, lifebelt) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The lifeguard always carried her lifesaver when patrolling the beach. |
yardım eden/imdada yetişen kimsenoun (informal, figurative (helpful person) (resmi olmayan dil) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Thanks so much for letting me use your car today. You're a lifesaver! |
imdada yetişen şeynoun (informal, figurative ([sth] helpful) (resmi olmayan dil) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) My iPhone is a lifesaver when I need information quickly. |
hayat kurtarmanoun (rescuing) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The cat was stuck in a tree for hours until the fire department did the lifesaving. |
ilk yardımnoun (first aid, emergency treatment) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Every hiker should be trained in lifesaving. |
aciladjective (emergency) (tedavi, vb.) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) For years, Keith worked on a lifesaving team of helicopter pilots. |
ömürnoun (person: lifetime) (kişi) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The average human lifespan is increasing in most countries. |
kullanım ömrünoun (goods: duration) (mal) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) These snacks have a lifespan of only a couple of weeks. |
yaşam tarzı, yaşam biçiminoun (way of living) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Karen liked living in a big city because it gave her the kind of lifestyle that she enjoyed. |
yaşam tarzıyla ilgili, yaşam biçimiyle ilgiliadjective (pertaining to it) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) Tom has made some bad lifestyle choices. |
şıkadjective (fashionable) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) Shauna liked to shop at a lifestyle clothing shop down the street. |
arzu edilen yaşam tarzınoun (desirable way of living) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Ben moved to California to try to get a taste of the lifestyle. |
ölüm kalım meselesinoun (issue of vital importance) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Getting out of a burning house fast is a matter of life and death. |
hayatımda hiç, hiçbir zamanadverb (not ever) Never in my life have I seen such an ugly dog! |
gece hayatı, eğlence hayatınoun (night-time entertainment) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The beach was great but the town had no nightlife. |
hayatın baharınoun (best, healthiest time in life) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Many people say that your thirties are the prime of your life. |
yaşam kalitesinoun (comfort and enjoyment in one's existence) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) |
gerçek hayatnoun (reality) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) In real life, ugly ducklings become ugly ducks, not swans. |
raf ömrünoun (length of time [sth] can be stored) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) As bread has a short shelf life, a lot of loaves are returned to the manufacturers. |
raf ömrünoun (duration that food is fit to eat) (yiyecek) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Bread only has a shelf life of a few days. |
kullanım süresinoun (figurative (duration that [sth] is useful) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) |
hayattan bir kesit, yaşamdan bir kesit, yaşam kesiti, hayat kesitinoun (accurate depiction of reality) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The film is a slice of life from the 1950s. |
sosyal hayat, sosyal yaşamnoun (leisure time spent with other people) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) |
natürmortnoun (art form) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) This artist specializes in still life, but occasionally does portraits. |
natürmort resimnoun (artwork) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) I hung a Cezanne print on the wall: a still life of a bowl of apples. |
natürmort resim, cansız doğa resminoun (artwork) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Van Gogh did many still-life paintings of flowers. |
hayat böyleinterjection (informal (expressing acceptance of fate) (ünlem: Üzüntü, sevinç, korku, kızgınlık, şaşkınlık gibi duyguları belirtir veya bir kimseyi çağırmak için kullanılır.) I've missed the last train. Ah well, that's life! |
yaşam biçiminoun (lifestyle) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) For a lot of people the use of mobile computing devices has become a way of life. |
hayata bak/amma da güzel hayatinterjection (expressing despair or exasperation) George works more than 80 hours a week. What a life! |
İngilizce öğrenelim
Artık lives'ün İngilizce içindeki anlamı hakkında daha fazla bilgi sahibi olduğunuza göre, seçilen örnekler aracılığıyla bunların nasıl kullanılacağını ve nasıl yapılacağını öğrenebilirsiniz. onları okuyun. Ve önerdiğimiz ilgili kelimeleri öğrenmeyi unutmayın. Web sitemiz sürekli olarak yeni kelimeler ve yeni örneklerle güncellenmektedir, böylece bilmediğiniz diğer kelimelerin anlamlarını İngilizce içinde arayabilirsiniz.
lives ile ilgili kelimeler
İngilizce sözcükleri güncellendi
İngilizce hakkında bilginiz var mı
İngilizce, İngiltere'ye göç eden ve 1400 yılı aşkın bir süre içinde gelişen Germen kabilelerinden gelmektedir. İngilizce, Çince ve İspanyolca'dan sonra dünyada en çok konuşulan üçüncü dildir. En çok öğrenilen ikinci dildir. ve yaklaşık 60 egemen ülkenin resmi dilidir.Bu dil, ikinci ve yabancı dil olarak anadili konuşanlardan daha fazla sayıda konuşmacıya sahiptir.İngilizce aynı zamanda Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve diğer birçok uluslararası kuruluşun ortak resmi dilidir. ve bölgesel organizasyonlar. Günümüzde dünyanın her yerindeki İngilizce konuşanlar nispeten kolaylıkla iletişim kurabiliyor.