İngilizce içindeki runs ne anlama geliyor?
İngilizce'deki runs kelimesinin anlamı nedir? Makale, tam anlamını, telaffuzunu ve iki dilli örneklerle birlikte runs'ün İngilizce'te nasıl kullanılacağına ilişkin talimatları açıklamaktadır.
İngilizce içindeki runs kelimesi koşmak, koşmak, çalıştırmak, kullanmak, çalıştırmak, işletmek, çalıştırmak, yürütmek, çalışır halde olmak, koşma, koşu, koşu, gezinti, gezi, güzergah, çorap kaçığı, kaçık, dizi, sıra, seri, sayı, seçim kampanyası, balık göçü, parkur, baskı adedi, uzunluk, bahçe, nağmeleme, yoğun istek, yoğun talep, seyir, gidişat, genel tür, genel çeşit, koşuş, ishal, kaçmak, akmak, arkadaşlık etmek, göç etmek, yarışa katılmak, yarışmak, yarışı bitirmek, çalışmak, tırmanmak, yol almak, kaçmak, devam etmek, sürmek, uzanmak, yazılmak, aday olmak, yola çıkmak, geçmek, geçmek, akmak, dökülmek, kapsamak, içermek, akmak, duruma gelmek, haline gelmek, işlemek, basılmak, olmak, -e koşmak, -e gitmek, koşturmak, gezdirmek, koşturmak, yapmak, kovalamak, yarıştırmak, mal olmak, seyrini izlemek, döşemek, uzanmak, idare etmek, yönetmek, çalıştırmak, iletmek, hızla geçirmek, geçmek, durmadan geçmek, kaçakçılığı yapmak, basmak, işlemden geçirmek, aday göstermek, yönetmek, idare etmek, göze almak, hazırlamak, borçlanmak, eklemek, gezdirmek, koşuşmak, koşuşturmak, rastlamak, peşinden koşmak, koşturmak, koşuşturmak, kaçmak, evden kaçmak, çalmak, geri dönmek, geri götürmek, geç kalmak, yermek, araçla çarpmak, adaylığını koymak, -e rastlamak, karşılaşmak, kaçmak, kaçıp gitmek, basmak, akıp gitmek, devam etmek, tükenmek, bitirmek, tükenmek, dışarı fırlamak, dışarı fırlamak, -den atmak, çarpıp üstünden geçmek, gözden geçirmek, tutmak, ulaşmak, erişmek, meyletmek, koşmak, koşarak gitmek, girmek, artırmak, ile karşılaşmak, ile arkadaşlık etmek, yakalamak, uğramak, katmak, rodaj, prova, arabayla çarpıp kaçma, , kazadan sonra olay yerinden kaçan sürücü, sayı vuruşu, uzun vadede, firarda, git buradan, dışarıda işlerini halletmek, çarpışmak, geç kalmak, azalmak, sıradan, kovalamak, -den akıp gitmek, çalıp kaçmak, kaçırmak, aşığıyla kaçmak, ile çalışmak, gözden geçirme, göndere çekmek, azıtmak, köhne, bitkin, tartışma, metne eklenen kısım, eklenen, önceki dönem, hazırlık devresi, kalkışa hazırlanma, özet, hülasa, azalma, taşan sıvı, şampiyonu belirleyen yarışma/müsabaka, test uygulaması anlamına gelir. Daha fazla bilgi için lütfen aşağıdaki ayrıntılara bakın.
runs kelimesinin anlamı
koşmakintransitive verb (sprint, jog) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) How fast can you run? ⓘBu cümle, İngilizce cümlenin çevirisi değildir. Futbolcu çok hızlı koşuyordu. |
koşmaktransitive verb (cover a distance) (bir mesafeyi) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) He runs three miles every morning. |
çalıştırmaktransitive verb (operate a machine) (makina) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) Do you know how to run a gas generator? |
kullanmak, çalıştırmaktransitive verb (maintain) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) It costs more and more to run this car each year. Bu arabayı kullanmak, her geçen yıl daha da pahalı hale gelmektedir. |
işletmek, çalıştırmaktransitive verb (maintain a business) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) Gina runs a gluten-free bakery in California. |
yürütmektransitive verb (computer, etc.: use) (bilgisayar programı) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) Abby runs three computers at the same time in her office. |
çalışır halde olmakintransitive verb (operate, work) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) Maria left the computer program to run overnight. |
koşma, koşunoun (jog) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) I'm going for a run. Koşuya çıkıyorum. |
koşunoun (race) (yarış) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) We're organizing a run for charity this weekend. Bu haftasonu, yardım kuruluşu yararına bir koşu düzenleyeceğiz. |
gezinti, gezinoun (short trip) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Let's go for a run in the country. |
güzergahnoun (route) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The Paddington to Penzance run is almost six hours long. |
çorap kaçığı, kaçıknoun (US (tights, stockings: rip) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) I have a run in my tights. Çorabımda kaçık var. |
dizi, sıranoun (series) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) We've had quite a run of bad luck lately. ⓘBu cümle, İngilizce cümlenin çevirisi değildir. Son günlerde yaşanan olaylar dizisi herkesi çok şaşırttı. |
serinoun (series of cards) (iskambil) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) A "run" in cards is a sequence of the same suit. |
sayınoun (cricket, baseball: score) (spor) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) They scored twelve runs in the first over. |
seçim kampanyasınoun (election campaign) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) His run for office ended in failure. |
balık göçünoun (fish: migration) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) He's gone up to Alaska for the salmon run. |
parkurnoun (track) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) They built a new bobsled run for the Olympics. |
baskı adedinoun (print run) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) This book will have a run of 10,000 copies. |
uzunluknoun (length) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) You'll need a two-metre run of cable. |
bahçenoun (fenced area) (çitle çevrili alan) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) They put up a chicken run in the back yard. |
nağmelemenoun (music: roulade) (müzik) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) He played the run beautifully. |
yoğun istek, yoğun talepnoun (strong demand) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) We've had a run on these teapots since they went on special offer. |
seyir, gidişatnoun (direction of change) (olay, vb.) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The run of events has not been favourable. |
genel tür, genel çeşitnoun (typical kind) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) She's different from the typical run of candidates. |
koşuşnoun (dash) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) His run for the bus was clearly pointless - he was much too far away to stand a chance of catching it. |
ishalplural noun (slang (diarrhoea) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Those greasy tacos I ate at 2 in the morning gave me the runs. |
kaçmakintransitive verb (flee) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) Run for your lives! |
akmakintransitive verb (spread) (renk, mürekkep, vb.) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) Her tears fell on the letter and made the ink run. Don't wash that new shirt with the sheets, the colour will run. |
arkadaşlık etmekintransitive verb (informal (keep company with) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) He runs around with the wrong kind of people. |
göç etmekintransitive verb (migrate) (balık) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) The salmon run in the spring. |
yarışa katılmak, yarışmakintransitive verb (race) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) He likes to run in competitions. |
yarışı bitirmekintransitive verb (horse racing: finish) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) My horse ran third. |
çalışmakintransitive verb (transport: be in action) (otobüs, vb.) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) The bus runs every day but Sunday. |
tırmanmakintransitive verb (climb) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) We're trying to get the roses to run along the trellis. |
yol almakintransitive verb (sail) (gemi ile) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) We ran along the shore before pulling into the port. |
kaçmakintransitive verb (thread: unravel) (çorap, vb.) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) My stockings are starting to run. |
devam etmek, sürmekintransitive verb (continue) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) The programme runs for two years. |
uzanmakintransitive verb (extend) (iki yer arasında) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) The cable runs between the walls. |
yazılmakintransitive verb (be worded) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) The agreement runs as follows... Sözleşme şu şekilde yazılmış: |
aday olmakintransitive verb (stand for office) (seçimlerde) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) He's running for the presidency. |
yola çıkmakintransitive verb (transport: depart) (otobüs, vb.) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) When does the bus run? |
geçmekintransitive verb (travel) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) The highway runs along the valley. |
geçmekintransitive verb (glide, pass freely) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) The cable runs through this pulley. |
akmakintransitive verb (flow strongly) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) The blood ran down his back. |
dökülmekintransitive verb (empty) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) The wastewater runs into the gutter. |
kapsamak, içermekintransitive verb (range) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) Our product line runs from basic to luxury. |
akmakintransitive verb (discharge fluid) (gözyaşı, burun, vb.) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) His eyes ran with tears. |
duruma gelmek, haline gelmekintransitive verb (become) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) The tap ran dry. |
işlemekintransitive verb (business, etc.: operate) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) It requires a lot of energy to keep this business running. |
basılmakintransitive verb (be printed) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) The ad will run in tomorrow's paper. |
olmakintransitive verb (be of a given dimension) (küçük, büyük, vb.) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) Peaches are running small this season. |
-e koşmak, -e gitmek(figurative, informal (have recourse to) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) He always runs to the teacher if you make fun of him. |
koşturmak(go to, hurry to) (bir yere/şeye) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) Will you run to the shops with me? |
gezdirmek(glide over) (ellerini bir şeyin üzerinde, vb.) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Larry let his fingers run across the tactile surface of the sculpture. |
koşturmaktransitive verb (livestock: make run) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) It's time to run the cattle to their new pasture. |
yapmaktransitive verb (errand) (getir götür işleri) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) I have a few errands to run. |
kovalamaktransitive verb (chase) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) The dogs were running a fox. |
yarıştırmaktransitive verb (make compete) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) He runs greyhounds on the weekends. |
mal olmaktransitive verb (cost) (servete, vb.) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) That new roof could run you several thousand. |
seyrini izlemektransitive verb (follow) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) We should just let events run their course. |
döşemektransitive verb (extend) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) They ran a telegraph cable under the Atlantic. |
uzanmaktransitive verb (traverse) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) The mountain range runs over half the country. |
idare etmek, yönetmektransitive verb (act unsupervised) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) She is quite capable of running the whole firm alone. |
çalıştırmaktransitive verb (cause to ply a route) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) They should run a bus to this town. |
iletmektransitive verb (convey) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) Can you run this letter to the post office? |
hızla geçirmektransitive verb (pass quickly) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) She ran a brush through her hair. Rob ran a hand through his thick, dark hair. |
geçmek, durmadan geçmektransitive verb (get past) (kırmızı ışıkta, vb.) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) The police stopped him for running a red light. |
kaçakçılığı yapmaktransitive verb (smuggle) (sigara, vb.) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) They used to run alcohol across the border during Prohibition. |
basmaktransitive verb (print, publish) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) All the papers are running the story about the political scandal this morning. This magazine runs a lot of ads for cars. |
işlemden geçirmektransitive verb (process) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) Let's run the numbers and see if it will work. The computer seems to be running the program without a problem. |
aday göstermektransitive verb (sponsor a candidate) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) The party wanted to run her for the senate seat. |
yönetmek, idare etmektransitive verb (manage) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) Helen is the one who really runs the office. |
göze almaktransitive verb (expose yourself to danger) (tehlike, risk, vb.) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) We don't want to run the risk of being sued. |
hazırlamaktransitive verb (let liquid flow) (banyo) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) Let me run you a bath. |
borçlanmaktransitive verb (accumulate a debt) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) He runs a tab at the local bar. This business has been running a large overdraft for the last year. |
eklemektransitive verb (add to an account) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) Can you run it to my tab? |
gezdirmek(glide over) (ellerini bir şeyin üzerinde, vb.) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) She ran her fingers over the fine silk. |
koşuşmakphrasal verb, intransitive (UK (move around quickly) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The children were running about excitedly. |
koşuşturmakphrasal verb, intransitive (UK, informal (go about things hurriedly) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) We spent an hour running about, tidying the house before our guests arrived. |
rastlamakphrasal verb, transitive, inseparable (encounter by chance) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I ran across this quote by Oscar Wilde while studying another author. On the writers' weekend, I ran across a guy with a lot of useful contacts in the publishing world. |
peşinden koşmakphrasal verb, transitive, inseparable (chase) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) My dog loves to run after a ball. |
koşturmakphrasal verb, intransitive (move around quickly) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) We wanted a garden where the children could run around and play. |
koşuşturmakphrasal verb, intransitive (informal (go about things hurriedly) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Sheila has three young children, so she spends all day running around. |
kaçmakphrasal verb, intransitive (flee, escape) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) He ran away before the police could catch him. The people ran away from the lion that escaped from the zoo. |
evden kaçmakphrasal verb, intransitive (informal (child: leave home) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Sometimes children run away from home when they are mad at their parents. |
çalmakphrasal verb, intransitive (steal [sth]) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The masked man ran away with the silver. |
geri dönmekphrasal verb, intransitive (return) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) Jeremy had forgotten the flowers, but he didn't have time to run back. |
geri götürmekphrasal verb, transitive, separable (return [sth]) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) |
geç kalmakphrasal verb, intransitive (informal (be late) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) Jane woke up late and is running behind. |
yermekphrasal verb, transitive, separable (informal (disparage) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Mark's girlfriend is always running him down; she never says anything nice about him. |
araçla çarpmakphrasal verb, transitive, separable (hit with a vehicle) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) A man was injured when a car thief ran him down and sped off. |
adaylığını koymakphrasal verb, transitive, inseparable (stand for: election) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) |
-e rastlamakphrasal verb, transitive, inseparable (figurative (meet [sb] by chance) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I ran into my cousin yesterday at the market. |
karşılaşmakphrasal verb, transitive, inseparable (figurative (encounter [sth]) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The project has run into some difficulties. |
kaçmak, kaçıp gitmekphrasal verb, intransitive (flee) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I saw the intruder run off as soon as he heard the alarm. |
basmakphrasal verb, transitive, separable (copies: print, duplicate) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Could you please run off a hundred copies of this handout for me? |
akıp gitmekphrasal verb, intransitive (flow away) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) When it rains, water runs off and ultimately makes its way to a river, lake, or the ocean. |
devam etmekphrasal verb, intransitive (continue) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The meeting ran on until seven in the evening, and still no agreement was reached. |
tükenmekphrasal verb, intransitive (have none left) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Can you go and buy milk? We've completely run out. |
bitirmek(use up supplies) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) We do need to go shopping as we have run out of teabags. |
tükenmekphrasal verb, intransitive (be depleted) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) If medical supplies are allowed to run out, lives will be put in danger. |
dışarı fırlamakphrasal verb, intransitive (exit rapidly) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Ian knew that if he ate breakfast he would miss his bus, so he grabbed an apple as he ran out. |
dışarı fırlamak(exit rapidly) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) Petra found the film so scary, she ran out of the cinema. |
-den atmakphrasal verb, transitive, separable (force to leave) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The townspeople ran the horse thief out of town. |
çarpıp üstünden geçmekphrasal verb, transitive, separable (vehicle: knock down) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I'm so sorry; I accidentally ran over your cat! |
gözden geçirmekphrasal verb, transitive, inseparable (rehearse, review) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) We will run through that difficult song once more before the show starts. |
tutmakphrasal verb, transitive, inseparable (cost) (fiyat, vb.) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The cost of a new roof could run to several thousand dollars. |
ulaşmak, erişmekphrasal verb, transitive, inseparable (extend to) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The author's final draft ran to over 500 pages. |
meyletmekphrasal verb, transitive, inseparable (tend toward) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The teenager's taste in movies ran to horror and slapstick comedies. |
koşmakphrasal verb, transitive, inseparable (turn to for help) (yardım için birisine) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Aren't you too old to keep running to your mother every time things go wrong? |
koşarak gitmek(run to [sth/sb] and stop) (bir şeye, birisine) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The boys ran up to the front of the church. |
girmekphrasal verb, transitive, separable (incur bill) (borca, vb.) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Shawna ran up a huge phone bill last month. |
artırmakphrasal verb, transitive, separable (make larger, increase) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The sudden shortage ran up the prices of butter and cheese. |
ile karşılaşmak(face challenge) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The explorers ran up against some serious problems when the weather suddenly worsened. |
ile arkadaşlık etmekphrasal verb, transitive, inseparable (US, figurative (be friends with) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) He has been known to run with a bad crowd. |
yakalamakphrasal verb, transitive, separable (informal (arrest) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) |
uğramakphrasal verb, intransitive (visit quickly) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) |
katmakphrasal verb, transitive, separable (printing: add without indenting) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) |
rodajnoun (engine: running in) (motor) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Break-in of the engine is essential to ensure its correct functioning. |
provanoun (trial, rehearsal) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) We've only got one chance to get it right, so let's do a dry run first. |
arabayla çarpıp kaçmanoun (fleeing the scene after a collision) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The collision would have been considered an accident, but after the driver sped off it became a hit-and-run. |
intransitive verb (baseball) |
kazadan sonra olay yerinden kaçan sürücünoun ([sb]: leaves accident scene) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The police went to auto body repair shops to find the hit-and-run driver's car. |
sayı vuruşunoun (baseball: run scored by batter on single hit) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The batter hit a home run and began his ceremonial trot around the bases. |
uzun vadedeexpression (eventually) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) It's probably for the best in the long run. It will be a little bumpy at first, but in the long run it will be well worth it. |
firardaadverb (evading capture) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) He escaped from prison and is on the run. |
git buradaninterjection (informal (go) (ünlem: Üzüntü, sevinç, korku, kızgınlık, şaşkınlık gibi duyguları belirtir veya bir kimseyi çağırmak için kullanılır.) |
dışarıda işlerini halletmekverbal expression (go out to do chores) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I've been running errands all morning, and still haven't finished everything I need to do! |
çarpışmak(collide with, crash into) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Two cars ran into each other this morning. According to the report, the bus ran into the wall at a high speed. |
geç kalmakintransitive verb (informal (be behind schedule) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I'd love to stop and talk to you, but I'm running late for an important meeting with my boss. |
azalmakverbal expression (informal (have little left of [sth]) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I hope we find a gas station soon, as this car is running low on fuel. |
sıradanadjective (informal (ordinary, average) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) |
kovalamak(US, informal (chase away) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The protesters were run off the property by the police. |
-den akıp gitmek(flow from) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) Rainwater will run off a slanted roof. |
çalıp kaçmakverbal expression (steal) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The housekeeper ran off with the silver. |
kaçırmakverbal expression (kidnap) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) |
aşığıyla kaçmakverbal expression (leave partner for [sb] else) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Mrs. Johnson apparently ran off with her gardener! |
ile çalışmak(use for fuel) (yakıt) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) This truck runs on diesel. |
gözden geçirmenoun (informal (rehearsal, review) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The actors wore their costumes for a final run-through of the play. |
göndere çekmek(flag, banner: raise on pole) (bayrak) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The Boy Scouts are running the flag up the pole. |
azıtmakintransitive verb (be uncontrolled) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Residents say that gangs are running wild in the streets. |
köhneadjective (informal (decrepit, dilapidated) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) The shack by the river was old and run down. |
bitkinadjective (informal (person: exhausted) (kişi) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) Well, Doctor, I've been feeling listless and run down recently. |
tartışmanoun (informal (quarrel, disagreement) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Billy had a run-in with a bully at school today. |
metne eklenen kısımnoun (printing: text added without indenting) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) |
eklenenadjective (printing: added without indenting) (basım) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) |
önceki dönemnoun (preceding period) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Restaurants make a large part of their annual profit in the run-up to Christmas. |
hazırlık devresinoun (time of preparation) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) In the run-up to the World Cup, football fans all over the world become crazy with excitement. |
kalkışa hazırlanmanoun (aircraft: prior to take-off) (uçak) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The plane began to make its run-up to take-off. |
özet, hülasanoun (informal (summary) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) George asked his assistant for a rundown before the meeting. |
azalmanoun (company: decrease in productivity) (iş, vb.) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Decreased sales has lead to a rundown in the company. |
taşan sıvınoun (uncountable (overflowed liquid) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Runoff from the fields is polluting local streams. |
şampiyonu belirleyen yarışma/müsabakanoun (election, race: deciding round) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Only two candidates can compete in the runoff. |
test uygulamasınoun (trial) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Rory took his race car to the track for a test run. |
İngilizce öğrenelim
Artık runs'ün İngilizce içindeki anlamı hakkında daha fazla bilgi sahibi olduğunuza göre, seçilen örnekler aracılığıyla bunların nasıl kullanılacağını ve nasıl yapılacağını öğrenebilirsiniz. onları okuyun. Ve önerdiğimiz ilgili kelimeleri öğrenmeyi unutmayın. Web sitemiz sürekli olarak yeni kelimeler ve yeni örneklerle güncellenmektedir, böylece bilmediğiniz diğer kelimelerin anlamlarını İngilizce içinde arayabilirsiniz.
runs ile ilgili kelimeler
İngilizce sözcükleri güncellendi
İngilizce hakkında bilginiz var mı
İngilizce, İngiltere'ye göç eden ve 1400 yılı aşkın bir süre içinde gelişen Germen kabilelerinden gelmektedir. İngilizce, Çince ve İspanyolca'dan sonra dünyada en çok konuşulan üçüncü dildir. En çok öğrenilen ikinci dildir. ve yaklaşık 60 egemen ülkenin resmi dilidir.Bu dil, ikinci ve yabancı dil olarak anadili konuşanlardan daha fazla sayıda konuşmacıya sahiptir.İngilizce aynı zamanda Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve diğer birçok uluslararası kuruluşun ortak resmi dilidir. ve bölgesel organizasyonlar. Günümüzde dünyanın her yerindeki İngilizce konuşanlar nispeten kolaylıkla iletişim kurabiliyor.