İngilizce içindeki us ne anlama geliyor?
İngilizce'deki us kelimesinin anlamı nedir? Makale, tam anlamını, telaffuzunu ve iki dilli örneklerle birlikte us'ün İngilizce'te nasıl kullanılacağına ilişkin talimatları açıklamaktadır.
İngilizce içindeki us kelimesi bizi, bize, bizim, bana, ABD, onbeş dakika kala, geriye, çevresinde, unutkan, otel odası, kalacak yer, reklam yapmak, tanıtmak, ilanla aramak, reklamını yapmak, bildirmek, ilan etmek, duyurmak, reklamı yapılan, ondan sonra, bundan sonra, daha sonra, sonradan, yaşlanma, ihtiyarlama, yaşlanan, yaşlanmakta olan, hava meydanı, havaalanı, hava limaı, uçak, albatros, her yerde, herkese, her bakımdan, çok yönlü, kapsamlı, buğday unu, alüminyum, alüminyumdan yapılmış, alüminyum, alüminyum folyo, amiboyit, amip, amfitiyatro, açıkhava tiyatrosu, amfi, analog, analiz etmek, tahlil etmek, incelemek, araştırmak, tahkik etmek, psikanaliz yapmak, kansızlık, anemi, lokal anestezi, anestezi, anestetik ilaç, ağrı kesici ilaç, anestetik, ağrı kesici, neyse, her neyse, zaten, başka bir yer, solunum duraklaması, apne, şoke etmek, şok etmek, çok şaşırtmak, elma püresi, çardak, arkeolojik, arkeolog, arkeoloji, kazıbilim, ateş/tutku, zırh, zırh, kabuk, zırh levhası, zırhlı, zırhlı, cephanelik, insan eliyle yapılan şey, çok eski şey, yapay sonuç, sanatçı ruhlu, entel dantel, kül rengi, göt, kıç, kaba herif, dangalak, göt herif, it herif, puşt, göt deliği, sporla ilgili, spor (malzemeleri, vb.), avokado, balta, kısmak, işten atmak, işten kovmak, yayından kaldırmak, elektrogitar, biberon, bebek arabası, bekârlığa veda partisi, bekarlığa veda partisi, arka bahçe, karşılıksız çek, fırın kalıbı, fırın tepsisi, pudra şekeri, kağıt para, banknot, bir bardan diğerine gitme, berber salonu, dikenli tel, dikenli telden yapılmış, güzellik salonu, güzellik beni, pancar, pancar, yerine, davranış, davranış, işleyiş, davranışsal, davranışla ilgili, yakışık almak, gerektirmek anlamına gelir. Daha fazla bilgi için lütfen aşağıdaki ayrıntılara bakın.
us kelimesinin anlamı
bizipronoun (direct object) (zamir: İsmin yerini geçici olarak tutabilen, isim gibi kullanılabilen, isim soylu sözcüktür (örnek: "kitabı gördün mü? > bunu gördün mü?").) He sprayed us with water while he was washing the car. |
bizepronoun (we: indirect object) (zamir: İsmin yerini geçici olarak tutabilen, isim gibi kullanılabilen, isim soylu sözcüktür (örnek: "kitabı gördün mü? > bunu gördün mü?").) He is going to give us thirty dollars for doing the job. Bu iş için bize otuz dolar verecek. |
bizimpronoun (before gerund) (zamir: İsmin yerini geçici olarak tutabilen, isim gibi kullanılabilen, isim soylu sözcüktür (örnek: "kitabı gördün mü? > bunu gördün mü?").) She doesn't want us smoking in the house. |
banapronoun (slang (me) (zamir: İsmin yerini geçici olarak tutabilen, isim gibi kullanılabilen, isim soylu sözcüktür (örnek: "kitabı gördün mü? > bunu gördün mü?").) Give us a hand with this, will you? I can't lift it on my own. |
ABDnoun (initialism (United States) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) |
onbeş dakika kalaexpression (15 minutes before the hour) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) I'll meet you at a quarter till one... in the afternoon, of course. |
geriyeadverb (in the opposing direction) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) He whirled about and saw that his girlfriend was behind him. |
çevresindeadverb (in circumference) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) The lake is approximately three miles about. |
unutkanadjective (forgetful) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) He's so absentminded that he forgot his own birthday! |
otel odasınoun (hotel room) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) What's the accommodation like at the resort? |
kalacak yernoun (lodging) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) What kind of accommodation is available in the mountains? |
reklam yapmak, tanıtmakintransitive verb (promote) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) If you want to attract customers, social media is a great way to advertise. |
ilanla aramak(solicit via advertisement) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Linda was struggling to pay her mortgage, so she decided to advertise for a lodger. |
reklamını yapmaktransitive verb (product: promote) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) Companies often use celebrities to advertise their products. |
bildirmek, ilan etmek, duyurmaktransitive verb (fact: make known) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) Vera did not advertise the fact that she was ill, so her death came as a shock to everyone. |
reklamı yapılanadjective (brought to public notice, promoted) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) The advertised sale brought many shoppers to the mall. |
ondan sonra, bundan sonra, daha sonraadverb (after that) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) Let's eat and go to a movie afterwards. |
sonradanadverb (after the fact) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) You can't board the flight then change your mind about it afterwards. |
yaşlanma, ihtiyarlamanoun (process of getting old) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Aging is something that no one can run away from. |
yaşlanan, yaşlanmakta olanadjective (growing old) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) They are offering more training courses as part of their effort to replace an ageing workforce. |
hava meydanı, havaalanı, hava limaınoun (type of airport) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) |
uçaknoun (aircraft) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The passengers boarded the airplane in an orderly manner. |
albatrosnoun (golf score: 3 under par) (golfte par'ın üç altı) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) I hit my first-ever albatross today! |
her yerdeadverb (everywhere) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) Prices have increased all around. |
herkeseadverb (informal (for everyone) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) Joe called for drinks all around to celebrate his good news. |
her bakımdanadverb (in all aspects) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) This is a better solution all round. |
çok yönlüadjective (versatile, multi-skilled) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) Joe has developed into an all-around player for the basketball team. |
kapsamlıadjective (comprehensive, overall) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) The school aims to provide an all-around education for its students. |
buğday ununoun (wheat flour) (çok amaçlı) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) All-purpose flour is great for cookies, but doesn't have enough gluten for bread. |
alüminyumnoun (lightweight metal) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Aluminum is used to make kitchen foil because it can withstand heat. |
alüminyumdan yapılmış, alüminyumnoun as adjective (made of aluminum) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) Aluminum cans are recyclable. |
alüminyum folyonoun (silver paper) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) We wrapped up our food with aluminum foil. |
amiboyitadjective (ameba-like) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) |
amipnoun (single-celled life form) (tek hücreli canlı) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) An amoeba reproduces by splitting into two. Amipler ikiye bölünerek çoğalır. |
amfitiyatro, açıkhava tiyatrosunoun (open-air arena) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Many plays were performed in this ancient Roman amphitheater. |
amfinoun (indoor auditorium) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) |
analogadjective (not digital) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) |
analiz etmek, tahlil etmektransitive verb (study closely) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) The students have to analyse a passage from Shakespeare for their exam. |
incelemek, araştırmak, tahkik etmektransitive verb (investigate) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) Investigators tried to analyze the cause of the accident. |
psikanaliz yapmaktransitive verb (informal, abbreviation (psychoanalyze) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The therapist analyzed her patient. |
kansızlık, aneminoun (lack of red blood cells) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Ellen was feeling tired and dizzy, so she went to the doctor, who told her she was suffering from anemia. Yorgunluk ve baş dönmesi şikayetiyle gittiği doktor Ellen'a anemi (or: kansızlık) teşhisi koydu. |
lokal anestezinoun ([sth] that numbs feeling) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The right side of Lauren's face was completely numbed by the anesthesia administered by her dentist. Dişçinin uyguladığı lokal anestezi nedeniyle Lauren'in yüzünün sağ tarafı tamamen uyuştu. |
anestezinoun ([sth] that induces unconsciousness) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) I awoke from the anaesthesia feeling confused. Anesteziden sonra kendime geldiğimde kafam çok bulanıktı. |
anestetik ilaç, ağrı kesici ilaçnoun (drug: numbs pain) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) In the middle ages, surgery was performed without an anesthetic. |
anestetik, ağrı kesiciadjective (numbing pain) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) Oil of cloves has an anesthetic effect when applied to the gums. |
neyse, her neyseadverb (informal (resuming previous topic) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) Anyway, we eventually found a place to eat. |
zatenadverb (signalling change of topic) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) Anyway, I have to leave now. |
başka bir yernoun (any other place) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) I'd rather be anywhere else right now. |
solunum duraklaması, apnenoun (medicine: temporarily not breathing) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The baby, who was born prematurely, suffered from apnea. |
şoke etmek, şok etmek, çok şaşırtmaktransitive verb (often passive (shock, horrify) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) Your recent bad behavior appalls me. |
elma püresinoun (sweetened stewed apples) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Roast pork is traditionally served with applesauce. |
çardaknoun (structure that supports plants) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) There were lime trees growing over the arbor. |
arkeolojikadjective (relating to archeology) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) The archeological dig has unearthed a number of treasures from the Roman era. |
arkeolognoun (person who studies historical ruins) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) A team of archeologists uncovered the ruins of a Mayan city. |
arkeoloji, kazıbilimnoun (study of historical ruins) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Archeology is a slow process but it is far from boring. |
ateş/tutkunoun (intensity) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Frank is a passionate speaker on this topic; I admire his ardor. |
zırhnoun (hard combat gear) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) In the Middle Ages, knights wore armor when they competed in jousting tournaments. |
zırhnoun (reinforcement on military vehicle) (askeri araç için) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) A local factory manufactures armor for military vehicles. |
kabuknoun (plant, insect: carapace) (böcek, vb.) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Some species of plants have protective hairs on the leaves and stems that act as armor. |
zırh levhasınoun (metal protection) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) |
zırhlıadjective (wearing metal suit) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) |
zırhlıadjective (protected by armour) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) The military sent in tanks and armored troops. Ordu, tank ve zırhlı birlikler gönderdi. |
cephaneliknoun (arsenal, weapons store) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) When a cache of explosives caught fire, the entire armory was engulfed in flames. |
insan eliyle yapılan şeynoun (man-made object) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) |
çok eski şeynoun (very old item) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) |
yapay sonuçnoun (science: spurious result) (bilim) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) |
sanatçı ruhluadjective (informal (person: artistic, creative) (kişi) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) My girlfriend is very artsy and is always working on a painting or drawing. |
entel danteladjective (pejorative, informal (pretentiously arts-loving) (aşağılayıcı) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) The movie was good, but a little too artsy for my taste. |
kül renginoun (color) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) |
göt, kıçnoun (vulgar, slang (person's bottom) (kaba) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) After falling down, he had mud on his ass. She has a nice ass. Kadının kıçı çok güzel. |
kaba herif, dangalaknoun (pejorative, vulgar, figurative, slang (person: rude) (kaba, saldırgan) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Lisa thinks that her boss is an ass. Lisa, patronunun kaba herifin teki olduğunu düşünüyor. |
göt herif, it herif, puştnoun (vulgar, figurative, pejorative, slang (uncaring, insensitive person) (kaba) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Erin's former boyfriend is an a**hole. |
göt deliğinoun (vulgar, slang (anus) (anüs, kaba) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Every time I get diarrhea, my a**hole burns. |
sporla ilgili, spor (malzemeleri, vb.)adjective (relating to sports) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) I keep my athletics kit in my car. |
avokadonoun (fruit) (meyve) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Karl loves to eat avocados with salt and a little lime juice. |
baltanoun (chopping instrument) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) That oak's far too big to cut down with an ax. |
kısmaktransitive verb (figurative, informal (reduce, cut, eliminate) (bütçe, vb.) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) Next year's budget will have to be axed severely. |
işten atmak, işten kovmaktransitive verb (figurative, informal (fire from a job) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) The company plans to ax a dozen employees next month. |
yayından kaldırmaktransitive verb (often passive, figurative (TV show, etc.: cancel) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) The TV channel axed the show due to poor viewing figures. |
elektrogitarnoun (slang (electric guitar) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) She plays axe in a band she started herself. |
biberonnoun (infant's feeding receptacle) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) |
bebek arabasınoun (pram) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Old-fashioned baby carriages are beautiful, but they're not very practical. |
bekârlığa veda partisinoun (party for a husband-to-be) (erkekler için) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Bachelor parties tend to be wild and crazy. // We're going to a nightclub for Simon's stag do. |
bekarlığa veda partisinoun (party for a wife-to-be) (kadınlar için) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) |
arka bahçenoun (rear garden) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) They sit in the backyard and read all summer. |
karşılıksız çeknoun (cheque: insufficient funds) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) We have had too many clients write bad checks, so now we only accept cash. |
fırın kalıbınoun (for bread, cake) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The new trend in baking is to use a silicone baking pan. |
fırın tepsisinoun (flat tray for baking) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Non-stick baking sheets are much easier to clean. Place the fish on a baking tray and put it in the oven. |
pudra şekerinoun (fine powdered sugar) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) I always give my mince pies a sprinkling of caster sugar on top. |
kağıt para, banknotnoun (paper money) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) I found this wallet full of bank notes! |
bir bardan diğerine gitmenoun (informal (barhop: visit to a series of bars) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) To celebrate Evan's birthday, his mates took him on a pub crawl. |
berber salonunoun (men's hairdressing salon) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) A spinning red, white, and blue pole denotes a barbershop. |
dikenli telnoun (spiked wire) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The farmer has put up barbed wire round his field to deter trespassers. |
dikenli telden yapılmışnoun as adjective (made of spiked wire) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) The prisoners were held inside a barbwire enclosure. |
güzellik salonunoun (shop: cosmetic treatments) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) I went to the beauty parlor to get a perm. |
güzellik beninoun (mole on the face) (yüzdeki) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) One of the the most famous beauty marks is the one that Marilyn Monroe had on her left cheek. |
pancarnoun (root vegetable) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The steak comes with a side of roasted beets. The beetroot in the market didn't look very fresh. |
pancarnoun as adjective (containing beetroot) (çorba, vb.) I added a swirl of cream to the beetroot soup. |
yerinepreposition (in place of [sb]) (birisinin) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) I'm phoning on behalf of my daughter, who has lost her voice. The millionaire sent somebody to bid on the painting on his behalf. |
davranışnoun (person: conduct) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) His behaviour seems to be worse when visitors come. |
davranışnoun (animal: habits) (hayvan) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The dog's behavior is a combination of instinct and conditioning. |
işleyişnoun (system or machine: functioning) (sistem, makina) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The car is old and its behaviour is unpredictable. |
davranışsal, davranışla ilgiliadjective (of behavior) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) Peter began to develop behavioral problems at age 7. |
yakışık almaktransitive verb (be right or necessary) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) |
gerektirmekverbal expression (be right or necessary) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) It behooves me to acknowledge the debt I owe to my precedessor in this role. |
İngilizce öğrenelim
Artık us'ün İngilizce içindeki anlamı hakkında daha fazla bilgi sahibi olduğunuza göre, seçilen örnekler aracılığıyla bunların nasıl kullanılacağını ve nasıl yapılacağını öğrenebilirsiniz. onları okuyun. Ve önerdiğimiz ilgili kelimeleri öğrenmeyi unutmayın. Web sitemiz sürekli olarak yeni kelimeler ve yeni örneklerle güncellenmektedir, böylece bilmediğiniz diğer kelimelerin anlamlarını İngilizce içinde arayabilirsiniz.
us ile ilgili kelimeler
İngilizce sözcükleri güncellendi
İngilizce hakkında bilginiz var mı
İngilizce, İngiltere'ye göç eden ve 1400 yılı aşkın bir süre içinde gelişen Germen kabilelerinden gelmektedir. İngilizce, Çince ve İspanyolca'dan sonra dünyada en çok konuşulan üçüncü dildir. En çok öğrenilen ikinci dildir. ve yaklaşık 60 egemen ülkenin resmi dilidir.Bu dil, ikinci ve yabancı dil olarak anadili konuşanlardan daha fazla sayıda konuşmacıya sahiptir.İngilizce aynı zamanda Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve diğer birçok uluslararası kuruluşun ortak resmi dilidir. ve bölgesel organizasyonlar. Günümüzde dünyanın her yerindeki İngilizce konuşanlar nispeten kolaylıkla iletişim kurabiliyor.