İngilizce içindeki that ne anlama geliyor?

İngilizce'deki that kelimesinin anlamı nedir? Makale, tam anlamını, telaffuzunu ve iki dilli örneklerle birlikte that'ün İngilizce'te nasıl kullanılacağına ilişkin talimatları açıklamaktadır.

İngilizce içindeki that kelimesi o, -dığı, -diği, o, şu, onu, şunu, öyle, o kadar, o kadar da, çok da, pek de, -dığı, -diği, bu kadar, böyle, böylesine, ki, -dığı, -diği, için, diye, şu, anlaşılmak, keşfetmek, bulmak, kabullenmek, onaylamak, kabul etmek, doğruluğunu tasdik etmek, ısrarlı, itirafta bulunmak, bilgilendirmek, iddia etmek, öne sürmek, ileri sürmek, korkarım ki, bundan sonra, ondan sonra, katılmak, her şey, her şey, o kadar da, çok da, itiraf etmek, kabul etmek, bildirmek, beyan etmek, beklemek, görünmek, gözükmek, öne sürmek, belirlemek, tespit etmek, saptamak, iddia etmek, öne sürmek, ileri sürmek, zannetmek, farz etmek, varsaymak, farzedelim ki, ikna etmek, inandırmak, ek olarak, ilaveten, ve sonra, o anda, o zamanlar, o zaman, göstermek, ispat etmek, kanıtlamak, farkında olmak, bağırarak söylemek, öyle de olsa, öyle bile olsa, unutmayın ki, akılda bulundurarak, akılda tutarak, bu yüzden, inanmak, iman etmek, güvenmek, inanmak, sanmak, zannetmek, sanmak, zannetmek, emin olmak, atıp tutmak, ile övünmek, o zamana kadar, o zaman, tanıklık etmek, şahitlik yapmak, tanıklıkta bulunmak, şahitlik etmek, kontrol etmek, iddia etmek, itiraf etmek, tasarlamak, kurmak, sonuca varmak, emin, tahmin etmek, varsaymak, zannetmek, akla getirmek, farkında olmak, madem ki, münakaşa etmek, tartışmak, çekişmek, ikna etmek, karşılık vermek, cevap vermek, belirtmek, emretmek, çıkarım yapmak, ısrar etmek, dayatmak, gerekli kılmak, göstermek, işaret etmek, -e karşın, -e rağmen, -e rağmen, karar vermek, açıklamak, fark etmek, farkına varmak, reddetmek, içine doğmak, tahmin etmek, şüphe etmek, kuşkulu, hayal etmek, ısrarla belirtmek, vurgulamak, ısrarlı, sağlama almak, tahmin etmek, ama, fakat, ancak, tahmin etmek, sanmak, zannetmek, anlatmak, açıklamak, hayal etmek, düşlemek, hayal etmek, düşünmek, suçluluk duymak, tahmin etmek, düşünmek, anlamak, uygun, buna rağmen, korkusu ile, -mesin diye, hatta, bu yüzden, beklemek, tahmin etmek, anlamak, izlenimine kapılmak, izlenim edinmek anlamına gelir. Daha fazla bilgi için lütfen aşağıdaki ayrıntılara bakın.

telaffuz dinle

that kelimesinin anlamı

o

pronoun (demonstrative: it, she, he)

(zamir: İsmin yerini geçici olarak tutabilen, isim gibi kullanılabilen, isim soylu sözcüktür (örnek: "kitabı gördün mü? > bunu gördün mü?").)
Do you like that? That's not what I meant.

-dığı, -diği

pronoun (relative)

The food that I ate last night gave me a stomach ache.
Dün gece yediğim yemek karnımı ağrıttı.

o, şu

adjective (as indicated)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
I like that scarf best.
En çok şu atkıyı beğendim.

onu, şunu

adjective (the more distant of two)

(zamir: İsmin yerini geçici olarak tutabilen, isim gibi kullanılabilen, isim soylu sözcüktür (örnek: "kitabı gördün mü? > bunu gördün mü?").)
I'm not sure if I like this one or that one.
Bunu mu yoksa onu mu daha çok sevdiğimden emin değilim.

öyle, o kadar

adverb (so)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
It's not that easy to learn a new language after age fifty.
Elli yaşından sonra yeni bir lisan öğrenmek o kadar (or: öyle) kolay değil.

o kadar da, çok da, pek de

adverb (very)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
The movie was not that good.
Film pek de iyi değildi.

-dığı, -diği

conjunction (at which, in which)

From the direction that he was going in, I would say he was headed to town.
ⓘBu cümle, İngilizce cümlenin çevirisi değildir. Geldiğim yerde bunların hiçbiri yoktu.

bu kadar, böyle, böylesine

adverb (to such an extent)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
I cannot believe I could sleep that deeply. You may not believe me, but it was that hot.

ki

conjunction (so … that: to such a degree that)

(bağlaç: Kendi başına bir anlam taşımayan, cümlede eş görevli sözleri ve cümleleri birbirine bağlayan sözcüktür (örnek: "kitabı aldı, fakat geri vermedi").)
He was so hungry that he could hear his stomach rumbling.

-dığı, -diği

conjunction (quoting)

He said that he didn't want to go.
Gitmek istemediğini söyledi.

için, diye

conjunction (literary (in order that)

(bağlaç: Kendi başına bir anlam taşımayan, cümlede eş görevli sözleri ve cümleleri birbirine bağlayan sözcüktür (örnek: "kitabı aldı, fakat geri vermedi").)
She studied hard that she might become a doctor.

şu

pronoun (the thing indicated)

(zamir: İsmin yerini geçici olarak tutabilen, isim gibi kullanılabilen, isim soylu sözcüktür (örnek: "kitabı gördün mü? > bunu gördün mü?").)
Do you want this or that?

anlaşılmak

phrasal verb, transitive, inseparable (figurative (occur to [sb] that)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Suddenly it dawned on her that her remarks might have been offensive to the others.

keşfetmek, bulmak

phrasal verb, transitive, separable (discover)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I just found out that my sister is pregnant.

kabullenmek

transitive verb (tolerate, agree with)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
She cannot accept that he is married to someone else now.
Yapılan açıklamayı kabullendi.

onaylamak, kabul etmek, doğruluğunu tasdik etmek

transitive verb (admit, accept as true)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
I acknowledge that I could have made better decisions.
Kabul ediyorum, daha iyi kararlar alabilirdim.

ısrarlı

adjective (with clause: insistent)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
The politician was adamant that the law be passed.

itirafta bulunmak

transitive verb (confess)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Jones admitted to the police that he had been involved in the criminal enterprise.

bilgilendirmek

transitive verb (formal (with clause: notify [sb])

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
A text message advised me that my flight was delayed.

iddia etmek, öne sürmek, ileri sürmek

transitive verb (with clause: assert that)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
He affirmed that he would provide funding for the group.

korkarım ki

adjective (worried about possibility)

I'm afraid my money might run out before the end of the trip.
Korkarım ki yolculuğum sona ermeden param bitecek.

bundan sonra, ondan sonra

adverb (then, next)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
We went to see a film, and after that had a meal in an Italian restaurant.

katılmak

transitive verb (with clause: share opinion) (fikir, vb.)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
All the pupils agree that she is a good teacher.

her şey

noun (everything that, everything which)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
"All that you see here," said our tour guide, "was built in the 19th century."

her şey

noun (colloquial (all those things)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
"What about the driving arrangements?" "Leave all that to me."

o kadar da

adjective (slang (especially impressive)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
He thinks he's God's gift to women, but he's not all that.

çok da

adverb (particularly, especially)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
My dog isn't actually all that mean, but his size scares people.

itiraf etmek

transitive verb (concede)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
I will allow that this time I am wrong.

kabul etmek

transitive verb (acknowledge)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The law allows that there may be exemptions.

bildirmek, beyan etmek

transitive verb (with clause: proclaim)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Naomi unexpectedly announced that she did not want to attend her friend's wedding.

beklemek

transitive verb (with clause: expect)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The manager anticipates that the store will reopen in March, once the renovation is complete.

görünmek, gözükmek

transitive verb (with clause: seem)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
It appears you were correct after all.
Bu konuda da yine sen haklısın gibime geliyor.

öne sürmek

transitive verb (with clause: assert, maintain)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Many physicists argue that black holes exist.

belirlemek, tespit etmek, saptamak

transitive verb (with clause: determine)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
It is simply impossible to ascertain whether or not the department will receive enough funding next year.

iddia etmek, öne sürmek, ileri sürmek

transitive verb (with clause: say as true)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Vivian asserted her dog was not to blame for the mess.

zannetmek, farz etmek, varsaymak

transitive verb (with clause: suppose)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Many people assume that a tie indicates a person of authority.
Çoğu insan kravat takmanın itibarı arttırdığını zanneder.

farzedelim ki

conjunction (supposing)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
We will have a picnic tomorrow, assuming that it doesn't rain.

ikna etmek, inandırmak

transitive verb (with clause: say confidently)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The tour guide assured the group that they would be able to see whales from the boat.

ek olarak, ilaveten

expression (in addition)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
The car is too expensive, and it's ugly at that.

ve sonra

expression (and then)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
At that, the chairman ended the meeting.

o anda

adverb (at a specified instant in the past)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
At that moment, I realized that she truly loved me. I was about to tell her, but at that instant the phone rang.

o zamanlar, o zaman

adverb (during a specified past period)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
I was born in 1999. At that time my father was a captain, but now he is a major.

göstermek, ispat etmek, kanıtlamak

transitive verb (with clause: demonstrate)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The plethora of scientific evidence attests that global warming is a very real and growing problem.

farkında olmak

adjective (knowing [sth])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I'm well aware that you're ready to leave, but would you please be patient?

bağırarak söylemek

transitive verb (figurative (with clause: say angrily)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Roger barked that he wasn't ready yet.

öyle de olsa, öyle bile olsa

expression (despite [sth])

The weather forecast says there will be heavy rain tomorrow. Be that as it may, we will not cancel the open-air concert.

unutmayın ki

verbal expression (consider, take into account)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
Bear in mind that we already have an enormous sum invested in the project.

akılda bulundurarak, akılda tutarak

conjunction (considering that)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
That is a great score, bearing in mind that you just started studying yesterday.

bu yüzden

expression (informal (for reason specified)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
She won't quit smoking and because of that we are breaking up.

inanmak, iman etmek

transitive verb (have faith)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
I believe God exists.
Tanrı'nın varlığına inanıyorum (or: iman ediyorum).

güvenmek, inanmak

transitive verb (with clause: have confidence)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I believe he will return as promised.

sanmak, zannetmek

transitive verb (with clause: think, suppose)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I believe that it won't rain tomorrow, but I'm not sure.
Yarın yağmur yağacağını sanmıyorum (or: zannetmiyorum), ama belli de olmaz.

sanmak, zannetmek

transitive verb (figurative, informal (with clause: expect)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I bet Ian won't come to work today.

emin olmak

transitive verb (informal, figurative (with clause: expect)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I bet you the math test will be easy.

atıp tutmak

transitive verb (claim arrogantly)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Elaine boasted that she can do a backflip, but no one has actually seen her do it.

ile övünmek

transitive verb (with clause: boast)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
John bragged that he owned ten motorcycles.

o zamana kadar

adverb (in the past) (geçmiş)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)

o zaman

adverb (in the future) (gelecek)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
Where will you be in 50 years? By that time, I will be an old man!

tanıklık etmek, şahitlik yapmak, tanıklıkta bulunmak, şahitlik etmek

transitive verb (testify: that [sth] is true)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The witness was able to certify that the documents were not fake.

kontrol etmek

transitive verb (with clause: verify)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Please check that the balance of my account is at least four hundred dollars.

iddia etmek

transitive verb (with clause: assert that)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Roger claims that he has seen aliens.
Rıfat uzaylıları gördüğünü iddia ediyor.

itiraf etmek

transitive verb (admit)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
You have to concede that you misunderstood the question.

tasarlamak, kurmak

transitive verb (think up: an idea, etc.) (fikir, vb.)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
We conceived a plan to sneak away in the night.

sonuca varmak

transitive verb (with clause: decide that)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
After reviewing the clues, the detective concluded that the butler had committed the murder.

emin

adjective (with clause: feeling certain)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
Janine is confident that she will win.

tahmin etmek, varsaymak, zannetmek

transitive verb (speculate)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The detective conjectured that the murderer hid the weapon in the forest.

akla getirmek

transitive verb (imply, have as a nuance)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
His statement connoted that he would not be attending the event.

farkında olmak

verbal expression (with clause: aware that)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
When I took the exam, I was conscious that my parents were expecting a lot of me.

madem ki

conjunction (given that)

Considering that you've decided to go, I'll come too.

münakaşa etmek, tartışmak, çekişmek

transitive verb (argue)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
The scientist contended that global warming is mostly due to human activities.

ikna etmek

transitive verb (make [sb] believe [sth])

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The jury had been sceptical, but the evidence convinced them the defendant was not guilty. Reading the manifesto convinced me that this was the party I wanted to vote for.

karşılık vermek, cevap vermek

intransitive verb (respond to argument)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
He countered that the plan was impractical.

belirtmek

transitive verb (with clause: announce that)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Julie declared that she was taking the afternoon off.

emretmek

transitive verb (with clause: order officially)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The king decreed that every maiden in the kingdom had to try on the glass slipper.

çıkarım yapmak

transitive verb (work out)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
How did you deduce that no one had been here?

ısrar etmek, dayatmak

transitive verb (with clause: insist)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
She demanded that he take out the trash.
Çöpleri dışarı çıkarması için ısrar etti.

gerekli kılmak

transitive verb (with clause: require)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The job demanded that he arrive at 8:30 every day.

göstermek, işaret etmek

transitive verb (indicate)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
This abbreviation denotes the person's country of origin.

-e karşın, -e rağmen

adverb (nevertheless)

(edat: Farklı tür ve görevdeki sözcükler ve kavramlar arasında anlam ilişkisi kurmaya yarayan yardımcı sözcüktür (örnek: "İstanbul'a kadar sadece seni görmeye geldim").)
Thomas had slight leg injury, but, despite that, he managed to win the race.

-e rağmen

conjunction (even though)

(edat: Farklı tür ve görevdeki sözcükler ve kavramlar arasında anlam ilişkisi kurmaya yarayan yardımcı sözcüktür (örnek: "İstanbul'a kadar sadece seni görmeye geldim").)
Despite the fact that he had revised really hard, Billy could not answer a single question on the exam paper.

karar vermek

transitive verb (with clause: resolve)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Charlie determined that he would do everything in his power to raise money for the charity.

açıklamak

transitive verb (with clause: make known that)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The company disclosed that it had lost money on the deal.

fark etmek, farkına varmak

transitive verb (with clause: realise)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
She discovered that she still had money in that account.

reddetmek

transitive verb (deny, argue against)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The board does not dispute that these changes will cause some temporary difficulties, but we feel the end result justifies this.

içine doğmak

transitive verb (with clause: predict)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The oracle divined that the emperor would die a violent death.

tahmin etmek

transitive verb (with clause: guess, infer that)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
From Tim's unhappy expression, I divined that something terrible had happened.

şüphe etmek

transitive verb (not believe)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
He doubted that her story was true.

kuşkulu

adjective (unconvinced, not sure)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
John is doubtful about whether he made the right choice.

hayal etmek

transitive verb (with clause: imagine while asleep)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
I dreamed that you would come.

ısrarla belirtmek, vurgulamak

transitive verb (say, repeat for clarity)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
He emphasized that he didn't want to stay working there.
Öğretmen bu ders konusunun üzerinde çok durdu.

ısrarlı

adjective (with clause: adamant, determined)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
Kevin was emphatic that the event be canceled.

sağlama almak

transitive verb (with clause: make sure)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
George wanted to ensure that he got a good seat, so he bought his theater tickets a month early.

tahmin etmek

transitive verb (with clause: judge, guess)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Glenn estimated that his team would lose.

ama, fakat, ancak

preposition (were it not for the fact that)

(edat: Farklı tür ve görevdeki sözcükler ve kavramlar arasında anlam ilişkisi kurmaya yarayan yardımcı sözcüktür (örnek: "İstanbul'a kadar sadece seni görmeye geldim").)
Liz would have come with us except that she had already accepted another invitation.

tahmin etmek

transitive verb (with clause: anticipate)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
I expect our team will lose again. Big business is expected to maintain America's ability to compete in the world market.

sanmak, zannetmek

transitive verb (with clause: suppose, speculate)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
I expect that he got lost again.

anlatmak, açıklamak

transitive verb (with clause: make clear)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Parents should explain that it is dangerous to play with matches.

hayal etmek, düşlemek

transitive verb (UK (imagine)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
He fancied that we would win the sweepstake.

hayal etmek

transitive verb (with clause: imagine)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Vicky often fantasizes that she is married to a famous footballer.

düşünmek

transitive verb (with clause: think)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
He felt that her actions were unfair.

suçluluk duymak

(feel guilty)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)

tahmin etmek

transitive verb (US, informal (with clause: reckon)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
I figure that I better get my hair cut soon.

düşünmek

transitive verb (mainly US (with clause: assume, conclude)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
When I didn't see him at school, I figured that he'd probably stayed home sick.

anlamak

transitive verb (with clause: learn, discover)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
We found that the cars performed just as well as each other.
Her iki otomobilin de performanslarının aynı olduğunu anladık.

uygun

adjective (appropriate, justified)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
It's fitting that Jimmy was punished for his bad behavior.

buna rağmen

adverb (even so, in spite of this)

(edat: Farklı tür ve görevdeki sözcükler ve kavramlar arasında anlam ilişkisi kurmaya yarayan yardımcı sözcüktür (örnek: "İstanbul'a kadar sadece seni görmeye geldim").)
He was a scoundrel and a wastrel but, for all that, she still loved him.

korkusu ile, -mesin diye

conjunction (fearing that)

She stayed home all week for fear that she would catch the swine flu.

hatta

adverb (intensifier: what is more)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
I know she doesn't like his music - for that matter, neither do I.

bu yüzden

adverb (consequently)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
She's always so much fun at parties. For that reason, I'm sorry she can't come tonight.

beklemek, tahmin etmek

(with clause: anticipate)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Tim did not foresee that his ex-wife might actually remarry.

anlamak

transitive verb (understand)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
I gather that you've decided to resign from your post.

izlenimine kapılmak, izlenim edinmek

verbal expression (with clause: sense)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I'm getting the impression that the election didn't really change anything.

İngilizce öğrenelim

Artık that'ün İngilizce içindeki anlamı hakkında daha fazla bilgi sahibi olduğunuza göre, seçilen örnekler aracılığıyla bunların nasıl kullanılacağını ve nasıl yapılacağını öğrenebilirsiniz. onları okuyun. Ve önerdiğimiz ilgili kelimeleri öğrenmeyi unutmayın. Web sitemiz sürekli olarak yeni kelimeler ve yeni örneklerle güncellenmektedir, böylece bilmediğiniz diğer kelimelerin anlamlarını İngilizce içinde arayabilirsiniz.

that ile ilgili kelimeler

İngilizce hakkında bilginiz var mı

İngilizce, İngiltere'ye göç eden ve 1400 yılı aşkın bir süre içinde gelişen Germen kabilelerinden gelmektedir. İngilizce, Çince ve İspanyolca'dan sonra dünyada en çok konuşulan üçüncü dildir. En çok öğrenilen ikinci dildir. ve yaklaşık 60 egemen ülkenin resmi dilidir.Bu dil, ikinci ve yabancı dil olarak anadili konuşanlardan daha fazla sayıda konuşmacıya sahiptir.İngilizce aynı zamanda Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve diğer birçok uluslararası kuruluşun ortak resmi dilidir. ve bölgesel organizasyonlar. Günümüzde dünyanın her yerindeki İngilizce konuşanlar nispeten kolaylıkla iletişim kurabiliyor.